magazinmatik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
magazinmatik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Hüzün Sarısı Kimdir?

Daha önce yazmış olduğum bu, Hüzün Sarısı Kimdir başlıklı yazımı ara ara gelen sorular üzerine güncelliyorum. 15 Temmuz 2020  tekrar bir güncelleme:))
Hüzün Sarısı Kimdir

Hüzün Sarısı yani Nihal Yeşiltaç Oran kimdir? Nasıl biridir? Ne iş yapar? Aslına bakarsanız yakın takipçilerim bir çok özelliğimi çözdü bile. Çok kapalı kutu biri değilimdir, oldukça şeffaf son lafını en başta söyleyen sürekli 10.köy arayan bir fani:)
13 Mart İstanbul doğumluyum. Burcum balık, yükselenim yengeç. En iyi anlaştığım burçlar yine su burçları, özellikle yengeçler. Yay kadınları ile de çok noktamız var ortak olan. Mükemmel bir anne babanın 4 çocuğunun en büyüğüyüm. Evliyim. 2 oğlum var. Büyük oğlum okulunu bitirdi ama eğitimini aldığı mesleği yapmadı, asker olmayı tercih etti. Şimdi Jandarma Arama Kurtarma Timi'nde görevli. Diğeri 4. sınıfına başlayacak.
Şimdi soruları bir metin halinde yanıtlıyorum.
En sevdiğim renk siyah, tuttuğum takım Fenerbahçe, asla tahammül edemediğim şey sahtekarlık. En önemsediğim duygu vefa. En sevdiğim kozmetik ürünü oje olsa da allık ve maskara olmadan olmaz diyenlerdenim.  En sevdiğim yemek sorusuna beklediğiniz gibi bir cevap gelmeyecek üzgünüm, sahanda yumurta:) Ve tabi hamur işleri. Gıda Teknisyenliği okumuş birinin bu kadar sağlıksız beslenmesi tartışılası bir konu farkındayım. En sevdiğim parfüm Dior'un Cherie ve Jadore. Artık koklayarak kullanıyorum o ayrı.  İnsan aşığı bir insanım. Dostluğa çok önem veririm. İyi bir dinleyiciyim. İyi sır tutarım. Aslında "iyi sır tutarım" cümlesi çok basit bir cümle biliyorum ama özellikle yazdım. Çünkü günümüzde sır tutmak ciddi bir meziyet ve ben bu meziyete sahibim. Sevincimi ve öfkemi paylaşmaktan çekinmem ama üzüntülü hallerimi kimse anlayamaz, annem hariç. En sevdiğim şehir İstanbul. Görmek istediğim şehir ülkemin tüm şehirleri. Görmek istediğim ülkeyi şöyle açıklayayım. Önce ülkemin her karışını gezip görmem lazım. Sonra ömrüm yeterse uzak doğu ülkeleri. Hayranı olduğum tek sanatçı var o da Nilüfer. Müzik dinlerim tür ayırmam ama ağırlıklı olarak Türkçe pop dinliyorum. En sevdiğim dizi diye bir şey yok dizi izlemiyorum, izleyemiyorum. Çukur isimli diziyi takip ediyorum, izleyemesem de konuya hakimim. Hiç pişmanlığın var mı demişsiniz evet var. 91 yılında yazmaya başladığım gazeteye kadrolu giriş teklif edildiğinde, iş yeri açmalıyım gibi saçma bir ideal uğruna kabul etmeyişim en büyük pişmanlığım.
Bir de köşe yazarı olduğumu bilenler para alıyor musunuz yazdığınız köşelerden, kaç lira alıyorsunuz demişler. Para aldığım da var almadığım da var diye cevap vereyim buna:)
Atlamak istemediğim bir soru da bugün snapchatten geldi. Soru aynen şu "ilgi görüyorsunuz ama sevildiğinize inanıyor musunuz?" Çok güzel bir soru bu insanın kendisini irdelemesi için değil mi? Sevildiğimi biliyorum ama sevmeyenim de çok fazla. Kimseye bir zararım olmaz aslında ama haksızlığa tahammül edemiyorum kendimi tutamıyorum. En çok instablogger kavramını kabul etmediğim için düşman oldular bana. Bir de içerik üretmeyip sürekli çekiliş yapıp basın bülteni yayınlayan sözde blog yazarları hiç sevemediler beni:) Benim sevmediğim hiç kimse yok, tek bir kişi bile. Kızdığım insanlar elbette var ama 'sevmiyorum' demem için öncesinde ciddi sevmiş olmam lazım:)
He bu arada atlamayayım. Küçük oğlum doğduğunda aktif iş yaşamına ara verdim o aralar yani yaklaşık 2 yıl internet üzerinden kampanyalara ve çekilişlere katıldım çok zevkliydi. Güzel arkadaşlıklar kurdum. Hepsi çok özel benim için. İş olarak neler yapıyorum blog dışında anlatayım. Özhaber Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni olarak varım.  Bir müzik yapım şirketinin yani Kadırga Müzik, basın ve halkla ilişkilerini yürütüyorum. Medya Tilkisi'nde köşe yazarı ve Magazinmatik.com'da editörlük ve köşe yazarlığı yapıyorum, Şarkı sözü yazarı olarak MESAM üyesiyim. Şiir yazmak hobim. Bazı şiirlerim bestelendi ve okundu. Basın kartı sahibi gazeteciyim, serbest haber yazıyorum. Şuraya yazacağım bir iki şey daha olabilir
Not: Burada bahsettiğim iki şeyden biri gerçekleşti. Magazinde kendi platformumu kurdum. Bi'Dolu Magazin olarak devam ediyorum. Diğeri ise başladım ama ne zaman sonlanır bilmiyorum. Bu arada bir hedef daha belirledim; yani yine iki şey daha ekleyebilirim buraya...

Bu kadar işe nasıl yetiştiğimi soranlar oluyor ve yeni öğrenenler de soracak. İnsan işini severek yapıyorsa sıkılmaz yorulmaz. Laf aramızda bir de az uyuyorum :) Mesela şu an saat tam 04.10 ve yarın (yani bugün) çok dolu bir gün olacak, yoğun geçecek. Elimden geldiğince bana verilen köşelerde yazılarımı yazmaya devam edeceğim. Bunun dışında blogumda da yapmayı planladığım çok şey var. Ürün deneyimlerim, yaptığım ve katıldığım etkinlikler, gündemle ilgili yazılarım da blogda olacak.
Sormak istediklerinizi buradan ya da Instagram'dan bana sorabilirsiniz.
Yeni güncellemede görüşmek üzere.
Sevgiler

Bu yazının kısaltılmış hali de tam burada
Devamını Oku »

Türkiye'de Blog Yazarı Olmak!



Merhaba Arkadaşlar

Artık bir çoğunuz biliyorsunuz sadece blog değil, farklı platformlarda köşe de yazıyorum. Magazinmatik'te son yazım bugün yayınlandı. Bloggerlar ile ilgili bir yazı kaleme aldım. Bu yazıyı hem bloggerlerın, hem blog takipçilerinin hem de markaların muhakkak okumasını rica ediyorum.

Bilenin bilmeyenin çok fazla konuştuğu blog yazarları hakkında düşüncelerim olabildiğince objektif özetledim.



Sevgiler
Devamını Oku »

Köşe Yazarlığım Konusunda Bilgi





Merhaba Arkadaşlar;
Artık bir çoğunuz blog yazmak dışında hangi işlerle uğraştığımı biliyorsunuz. Yaptığım işlerin köşe yazarlığı kısmında bir gelişmeden bahsetmek için bu yazıyı hazırlamak istedim.

MagazinmatikÖzhaber Gazetesi, ve Sosyal Medya Kafe'de yazılarım uzun süredir yayınlanmakta.



Bilmeyenler, hangi alanlarda yazdığımı merak etmiş olabilirler. Bana ayrılan köşelerde magazin ve insan ilişkilerini, sosyal ilişkileri içeren yazılar yazmaya çalışıyorum. 

Yazdıklarımı itina ile takip edip övgü mailleri gönderen herkese ayrıca teşekkür ediyorum ve hepsine tek tek dönüş yapmaya çalışıyorum.  Olumlu olumsuz tüm eleştirilerinize her zaman açık olduğumu biliyorsununuz.

Bu haftanın yazısı, Can Tanrıyar'ın yazdığı Yakarım Canını isimli kitap hakkındaki fikirlerimle ilgili oldu. 
Sevgiler:)
Devamını Oku »

Dost mu Dediniz?

Merhaba Arkadaşlar;

Artık bir çoğunuz biliyorsunuz; magazinmatik.com'da köşe yazıyorum uzun zamandır. Bu hafta yani 24.03.2015 tarihli yazımda dostluklardan bahsettim. Sahte dostlar, gerçek dostlar gibi. Biraz analiz yaptım aslında, sesli düşündüm diyelim veya. Bundan sonra dostluk ilişkilerimi yazımda belirttiğim gibi geliştirmeyi planlıyorum.


Ne güzel demiş Özdemir Asaf;
ozdemir-asaf

dostluk-karikatürü

gercek-dostluk

Sevgiler

Devamını Oku »

Hepimiz Potansiyel Ölüyüz!

Merhaba

Bu hafta magazinmatik.com 'da olan köşemde, son günlerde yaşadığımız tatsız olayların bizleri nasıl etkilediğini kısacık bir yazı ile anlatmaya çalıştım. Potansiyel ölü olduğumu söyledim. Neler hissetiğimi veya hissettiğimizi anlatmak için çok bile o kadar satır.
Şöyle başladım yazıma:


Çok az açtım müziğin sesini Nilüfer'den Geceler isimli şarkıyı dinliyorum. Yarın(lar) için plan yapıyorum bir yandan. Ailemle ilgili kariyerimle ilgili. Buna ne kadar hakkım var bilmiyorum! Çünkü;ben potansiyel bir ölüyüm aslında.
Y


Devamını Oku »

Çare Evlilik Programlarında!

evlilik-programlari


31.01.2015 tarihinde magazinmatik.com'da yayınlanan yazım


Nedir bizim bu evlilik programlarından çektiğimiz? Sürekli ürüyorlar, bu talep niye? Ne kadar çelişkili bir durum değil mi? 
Kime sorarsanız bu programlardan şikayetçi ama baktığınızda farklı isimler ve farklı kanallarda bol bol görüyorsunuz. Talep olmazsa insanlar aptal mı böyle projeleri hayata geçirsinler? Peki izleyenlerin bu gibi programlardan beklentisi ne? Gerçekten evlenen mutlu olan insanları mı görmek istiyorlar? Tabi ki hayır! İzleyici hareketli, heyecanlı saatler geçirmek istiyor. Orada çıkacak bir tartışma veya eş aramak için orada bulunan kişiye gelecek "sen evlenemezsin benimle evlisin" diyen bir telefon için izliyorlar, bunu bekliyorlar. Bu da yapımcıların gözünden kaçmadığı için çok iyi değerlendiriliyor. Detaylara hiç girmeyeyim. Acaba neden eş aramak için bu programlar seçiliyor? .

Devamını Oku »

Ah Şu Yemek Programları!



Tv kanalları fazlalaştıkça, ilgililer yayın saatini nasıl doldururuz derdine düşüp arayışa geçiyorlar.

Maliyeti en az ve zaman olarak çekip uzatabilecekleri seçenek ise yemek programları oluyor.

Son günlerde bolca tv izleme fırsatım oldu. Kanal turlarında sık sık yemek programları ile karşılaştım, bazılarını izledim.
Çok güzel yemek yaptıklarını kusursuz yemek yaptıklarını zannedenlerin, hiç iddiası olmayan biri olarak bir çok hatasını buldum sizinle de paylaşmak istedim.
Mutfakta temizlik ve hijyene önem herkes için çok önemli değil mi? Sözde bu programda yemek yapıp sunanlar için de öyle.
Fakat yaptıkları ile söyleyip savundukları arasında o kadar fark var ki! Bir kısmında en belirgin hata şu: Saçlar uzun, fönlü omuzdan aşağı sarkıyor, hanımefendi orada yemek yapıyor bir de hijyenden bahsediyor. O saçlardan kaç tel iniyor acaba o yoğurduğu köftenin içine veya açtığı yufkanın içine? Onu geçtim saçlar, yapısı itibari ile toz toplar dipten uca kadar. O tozların hepsi yapılan yemeğin içinde yiyene afiyet olsun!
Başka bir örnek, diyor ki "ben eldiven takmam hijyenik olduğuna inanmıyorum". Peki eldiven hijyenik değil de senin sedefli beyaz ojelerin ne kadar hijyenik? Demek ki bunu soran olmamış kendisine bugüne kadar!
Bir beyefendi ise parmak üstündeki kıl tüy yoğunlu ile eldivensiz mercimekli köfte yaptı. Buyurun buradan yakın! Bunun hakkında daha fazla yorum yapmasam iyi olacak.
Ve ortak bir hata daha. Herhangi birşey yoğuruyorlar elleri yağlanıyor. Oradan bir kağıt havlu çekip siliyorlar ellerini tamam temizlendi eller.
O ellerle diğer işlerini yapmaya devam ediyorlar. Ama hala hijyenden bahsetmeyi ihmal etmiyorlar.
Bunlar dışında yemeklerin ait olduğu yöreleri karıştıranlar, samimi olmak adına saçma sapan anılarını anlatanlar gayet sinir bozucu.
Bu programlarda bir husus daha var dikkatimi çeken; evde olan beş malzeme ile kolay yemek yapacağız şimdi diyor ve o beş malzeme arasında avokado diyor. Kaç evde hazırda avokado bulunur? Şimdi meyve salatası yapalım, meyvelerinizi atmayın israf etmeyin diyor kivi ve muzun da içinde olduğu meyveler çıkartıyor ve başlıyor hazırlamaya. Güya ekonomik davrandı. Yahu burası Türkiye! Burada açlık sınırında seni izleyenler var, muzu tane ile alanları biliyorum, gözlerimle gördüm. Çöpe atma ziyan olma gibi bir durum söz konusu bile değil bir çok evde.
Sen nerede yaşıyorsun sayın yemek ustası!
Yemek programlarına karşım tepkim bunlarla sınırlı değil. Ramazan aylarını hatırlayın lütfen. Her kanalda gündüz kuşağında bir usta yemek yapıyor. Güya iftar için fikir veriliyor. Tatlılar tuzlular bir kg kuşbaşı etle yapılan dört kişilik yemekler. Yukarıdaki örnekte de altını çizdiğim gibi bir kg kuşbaşı eti dörde bölüyor benim işçim dört ayrı yemek yapıyor! Hadi bunu da geçtim millet oruçlu canı çekmiyor mu orada yapılanları? Yok onu düşünen kim? Sabah bir başlıyorlar peş peşe tarifler çeşit çeşit, masalar döşeniyor sunumlar nefis. İftar sonrası bir sürü abuk dizi, izle izle bitmez. Bir kanalda demiyor ki iftar sonrası bu tarifleri verelim insanların nefsine darbe yapmayalım yazıktır günahtır diye.
Yemek programları dışında bir de yemek blogları var. Ben de bir blog yazıyorum, bir yaşam blogum var. Bu sebeple her türlü blogu takip ediyorum.
İşini gerektiği gibi yapan yemek blogları elbette var ama gözüme fazlası ile batanlar da azımsanmayacak kadar çok.
Onlar neler yapıyor derseniz izah edeyim. Hanımefendi yemek tariflerini yazmak için blog açmış ama blogunu veya sosyal medya hesaplarını incelediğinizde asıl amacının görkemli yaşantısını tanıtmak olduğunu görüyorsunuz. Bir yemek blogu neden evindeki lüks yaşantısını fotoğraflasın ki? Yaptığı yemeğin fotoğrafını çekerken çok şık mutfağını gösterecek diye fotoğrafın az bir kısmında asıl amaç olan yemeği  görebiliyorsunuz. Bir başka yemek blogu aşamalarla fotoğraflamış yaptığı yemeği, olması gerektiği gibi ama yuvarladığı kurabiyenin hamuru tırnaklarının içinde, baktığınızda görüyorsunuz.
Bu yazıyı okuduktan sonra karnınız mı acıkır siniriniz mi bozulur biliyorum ama belki bu kendini kusursuz zannedip, orada burada boy gösterenler denk gelir diye yazmak istedim. Kimbilir belki hataları ile yüzleşirler.
Mesele kaş yapayım derken göz çıkarmamakta değil mi?
Sevgiler


Devamını Oku »

Beyaz Camın Bana Yaptığı!



06.12.2014 tarihinde magazinmatik.com'da yayınlanan yazım

Uzun zaman oldu TV karşısına geçip programlar, diziler takip etmeyeli. Bir süredir, yani yeniden köşe yazmaya başladığımdan beri fırsat buldukça kıyısından köşesinden bakıyorum beyaz cama.


Yine bir diziye denk geldim geçen akşam. Sadece 20 dakikasını izledim ama sayfalarca yazabilirim hakkında. Neresinden başlasam anlatmaya onu da bilemiyorum. Ben hayatımda bu kadar gürültülü bir dizi görmedim duymadım bilmiyorum. Baş ağrıtan cinsinden böyle bir örnek görülmüş mü onu da bilmiyorum.
1980'lerin başında çekilen Gırgıriye isimli sinema filmi ile 2004-2005 gibi çekilen Cennet Mahallesi isimli dizinin karması bir yapım olmuş. Daha doğrusu yapmaya çalışmışlar. Türk filmlerine aşırı düşkün biri olarak (özellikle 70 li yıllar), bu diziyi hakaret olarak gördüm ben. Dizi oyuncuları arasında çok başarılı, çok sevdiğim isimler var aslında ama bir eleştirmen değil, bir izleyici olarak söylüyorum; olmamış!
Romanları anlatıyorlar güya. Romanların belirgin özelliklerinden biri H harflerini söyleyememeleri değil mi? O sevdiğim oyunculardan biri kurduğu cümle içinde "sana akkımı elal etmem" diyor yani hakkını helal etmiyormuş, peşine hemen beddua ederken Allah diyor ve H harfi gayet net söyleniyor bunu amatör tiyatro oyuncuları bile yapmıyor. Yani geçiştirilmiş bir çok detay ve replik var. Bunu geçiyorum. Bana göre romanlara da büyük haksızlık var. Çok merak ediyorum romanlar 7/24 kavga mı eder? Burada nefes almadan kavga ediliyor ve mizahdan çıkıyor olay itici olmaya başlıyor. Gırgıriye serisinde de sürekli kavga oluyordu ama bir ağırlığı vardı, keza Cennet Mahallesi'de aynı şekilde. Bu diziye göre hallice yani.
Gazinoda program yapıyorlar hepsi birbirinden habersiz para çalma peşinde. Sadece romanlarda değil her toplulukta olur bu gibi çirkin olaylar ama bu dizideki herkes çalmayı planlıyor ve bana göre bu da romanların tamamına edilmiş bir haksızlık.
İşim gereği bir çok roman müzisyenle tanıştım, albümlerimize sazları ile eşlik ettiler işlerini çok iyi yapıyorlar. İçlerinde hala roman mahallelerinde oturanlar da var ama hiç biri o şekilde giyinmiyor abuk aksesuarlar takmıyor. Romanlar gerçekten eğlenceli insanlar ama bu dizide eğlenceleri de abartılmış yani iyice saçmalamışlar. Bir de sürekli aşağılarcasına birbirlerine çingene demelerini buradan şiddetle kınıyorum.Dizi kanalla kaç bölüm anlaştı, kaç bölüm çektiler hiç bir fikrim yok ama bu dizinin ömrü yok, oradaki büyük isimlere acırım böyle  bir işte imzaları olduğu için. Yapım şirketini bile araştırmadım belki sevdiğim işlere imza atmışlardır, gözümden düşmesinler diye.
Sene 2014, hatta 2015'e ne kaldı? Tüm TV kanallarında emek verilmiş nice diziler varken, bu kadar gürültülü gereksiz bir diziye öyle bir kanaldan nasıl izin çıkmış bilemedim ben. Dizi zaten bahsettiğim gibi bir sinema filmi ve 10 yıl önceki bir dizinin konu olarak birebir kopyası sadece yeni sahneler yazılmış, replikler yazılmış. Bunu geçtim bari doğru düzgün işleselerdi ve biz gülebilseydik.
Ekran zehirlenmesi diye bir şey var mı bilmiyorum ama sanırım bana bu oldu. Konuştuğum bir çok arkadaşım da benimle aynı fikirde, sorma ihtiyacı hissettim TV ve dizi müdavimi dostlarıma gariplik bende mi diye.
Canım Ailem dizisi gibi bir dizi yapılır mı bir daha bilmiyorum ama en azından ona yakın bir şeyler yapılabilir.
Allah hepimizi ekran zehirlenmesinden korusun diyelim.
Sevgiler






Devamını Oku »

Hakkımız Var mı?


02 Aralık 2014 magazinmatik.com'da yayınlanan yazım


Hem kadın, hem haklı olabilir mi insan günümüz şartlarında? Hele bir de hakkı olur mu her hangi bir durumda?

Kadınsanız ve Türkiye'de yaşıyorsanız bazı insani haklarınız elinizden alınmış olarak doğmuşsunuzdur zaten. Bir süredir bulunduğumuz ortama bakılırsa da artık şartların iyileşmesi de imkansız.
Söz hakkınız olmaz bir kere! Kendinizi ifade edemez, sindirilirsiniz size "kız çocuğu" denildiği yaşlarınızda. Ağlamak, tek iç dökme ve ifade şeklinizdir. Böyle başlar hazin hikaye. Büyürsünüz belki tahsil hayatı bile ilk bir kaç yılda biter, orda da yarım kalırsınız. Daha ergenliğe yeni geçersiniz hatta bazı bölgelerde ergenliği bile beklemezler doğru el evine, düğün dernek. Gelişimini tamamlamış yüzünüzde komşu ablanın yaptığı kötü bir makyaj, belki sokakta oynamak için enerji taşan bedeninizde kefen, gelinlik arası beyaz bir şey, gidersiniz. Gittiğiniz yerde ne yaşayacağınızı aileniz bilmez onlar görevlerini yapmışlardır kendilerine göre, siz onlardan çıktınız karşı tarafın malısınız! Daha senesi gelmeden anne olursunuz, evin en zor işlerinde çalıştırılır ezilirsiniz. Eğer kırsalda yaşıyorsanız tarla, bağ bahçe işleri de sizi bekler, akranlarınızın şanslı olanları lise sıralarındayken. Ağlarsınız kendinizle başbaşa kaldığınızda; yapacak bir şey yoktur başka. Biraz dişinizi gösterdiğinizde tek başına ağladığınız günler, aratacak hale getirirler sizi.
Buraya kadar yazdıklarım daha kırsal, daha az gelişmiş yerlerinde oluyor değil mi ülkemin?
Peki. Ya büyük şehirlerde olanlar? Senaryonun ne kadarı değişiyor? Anlatayım. Bir kız çocuğu olarak eğitimli, aydın bir ailede doğduysanız şanslı azınlıktansınız. En iyi şartlarda eğitiminizi tamamlarsınız. Özgürsünüzdür olabildiğince. 17 yaşında veya daha küçük bir yaşta "ben arkadaşımda kalıyorum" dediğinizde  "ben sana güveniyorum kızım git kal" diyebilecek kadar güven duygusu gelişmiş bir aileye de sahipsinizdir. Ailenizin dışarıda olan binlerce ruh hastası, manyak insandan haberi yoktur sanki. Sonra bedeninizin bir kısmı bir çöp kontenyırının yanında bir gitar kutusunda bulunur! Çok mu sert oldu? Eğer aileniz sizi bu kadar özgür bırakmışsa ve kadının hiç bir hakkı olmadığı bir ülkede yaşıyorsanız bu zayıfta olsa ihtimaldir, yaşanmıştır yaşanacaktır!
Bu düşük olasılık yaşanmadan eğitiminizi tamamladınız, göz kamaştıran büyük şehirde. Bir gün aşık olursunuz evlenirsiniz mutlu mesut yaşarsınız bir süre. Çocuklarınız da olur. Sonra bir sebepten ki bu sebep genellikle 'şiddetli geçimsizlik' şeklinde bir isimle anılır, kavgalar tartışmalar başlar. Siz medeni bir kadın olarak ayrılmaya karar verirsiniz ama evli olduğunuz şahıs bu kararınızın karşılığı olarak şiddete baş vurur. Bu şiddetin boyutları da karşınızdaki insanın ne kadar medeni olup olmadığı ile alakalı bir durumdur. Bana göre hakaret bile şiddetin dev boyutlusudur. Öldüresiye darp, hatta cinayet seçenekler arasındadır. Bu kuvvetli ihtimallerin de bir çoğumuz farkındayız zaten. Bu aileler içinde yetişen çocuklardan ne bekliyoruz peki? Kız çocuklarına sindirme, erkek çocuklarına cesaret veren eylemlerle devam eden gerçekler bunlar.
Yukarıda iki örnek var, uç örnekler. Kentli köylü olmamız neyi değiştiriyor? Sonuç hep aynı. Töre cinayetleri, namus cinayetleri, elalem ne der baskısı, öldürülür müyüm endişesi. Hep bir tedirginlik ve korkulanın çoğunlukla başa gelmesi!
5 Aralık "Kadın Hakları Günü". Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, bir çok ülkeden önce, ülkemizde Atatürk tarafından kadınlara verilen haklar eğer gerektiği gibi korunsaydı bugün her ortamda "kadın hakları" konuşulmayacaktı.
Neden "Erkek Hakları Günü" yok? Çünkü onlara hakları doğuştan verilmiş zaman içerisinde de bu anlamda cesaretlendirilmişler. Kurulmuş bir kaç kadın derneği var gücü ile iyileştirme çabasında ama yaşanılan büyük eksikliği bir kaç sivil kuruluş tamamlayabilir mi? "Nerede bu devlet? Nerede bu millet?" diyen, bir dönem dilden dile dolaşan bu replik hatırlanmaz mı şimdi?
Kadın Hakları Günü arefesinde izlediğim bir kadın cinayeti haberi üzerine yazdım bunları. Eğitimin sadece okulda olmayacağını, aileden görülenin gerçek eğitim olduğunu vurgulamak istedim biraz. Ve tüm okuyanların huzurunda şükrediyorum Allah'a! Yaptığım bildiğim iyi olan ne varsa, hatası az hayatımı anne ve babama borçluyum.
"Kadına Hak" diye sokaklara çıkılmayacağı, yapılan iyileştirmelerle kadının da her türlü hakka sahip olacağı bir gelecek düşlüyorum. Bir kadın olarak hayal kurmaya hakkım var değil mi?
Sevgiler






Devamını Oku »

Satılık Şöhret

Satılık Şöhret







Herşeyin para ile satın alınabileceğine defalarca şahit olduğumuz ortamlarda elbette şöhretin de satılıp alınabileceğini tahmin ediyoruz. Nasıl mı? Bugün biraz ondan bahsedeyim. Gözlemlerim, acı tatlı tecrübelerimle neler birikmiş bende acaba?
Yıllardır süregelen bir şöhret merakı var değil mi çoğu insanda? Kimi bunu sadece heves olarak yansıtıyor ve gerçekleri algılayınca bırakıyor, kimi hırs yapıp o şöhret uğruna ne çok şeyden ödün veriyor! Siyaset ve iş dünyasındaki şöhret merakını ele almıyorum burada o beni aşar. Ben şarkıcılık veya o adayın tabiri ile sanatçılık, oyunculuk gibi daha çok sahnelere ve görsel showa dayanan şöhret merakından bahsetmek istiyorum.
Müzikte iyi bir ses iyi bir kulak, iyi bir eğitim bu işe atılmak için olmazsa olmaz kurallardan. Alaylı olup sonradan eğitime hevesli insanlara da her zaman saygı duydum. Çalıştılar çabaladılar ve bir noktaya geldiler zamanında. Eskiden bu gibi işler için sadece iyi bir ses ve iyi bir şarkı yetiyordu ama şimdi öyle değil. Neden? Eğer siz iyiyseniz ve sizin kulvarınızda olan insan sayısı az ise şansınız çok yüksek. Ancak aynı kulvarda saymakla bitmeyecek kadar kalabalıksanız sesinizin iyi olması iyi bir eser yakalamış olmanız hiç bir işe yaramaz başka şeyler de gerekir! Eğer bayansanız, kurallarınız yoksa istediğiniz tek şey şöhretse, gözünüzü diktiğiniz hedefe kadar ucuz basit yerlerde sahne alırsınız. Sizin sesiniz oraya gelenlerin umurunda değildir. Görselliğiniz, dekoltenizdir onu ilgilendiren. Ama siz bu merdivenleri basamak basamak çıkmalıyım ve buna razıyım derseniz görmezden gelirsiniz. Bunlar ilk basamaklar tabi, devam edelim...
Özel tv ve radyo kanallarının çoğalmaya başlaması ile bu pazar daha da genişledi, farklı bir boyut almaya başladı. Şöhret olma merakındaki aday adaylarını başka bir engel bekliyordu. Öyle ya; ellerini kollarını sallayarak gidemezlerdi o kanallara, şöhret olmadıklarından davet eden de olmazdı. Bu tv ve radyo kanallarına çıkmak kendilerini tanıtmaları için önce albümleri sonra da ciddi bir bütçeleri olması gerekiyordu. Albüm yapmanın da (iyi bir albüm olursa) büyük paralarla olduğunu düşünürsek hiç parası olmayan bu solist ne yapacak? Sponsor bulması gerekiyor ona güvenecek, yaptığı işe güvenecek. Diyelim ki sponsoru buldu albümü yaptı, bu yetmiyor az önce belirttiğim kanallarla pazarlık başlıyor. Bir dönem birkaç müzik kanalı vardı hatırlarsınız. Buralarda klip yayını rakamları havalarda uçuşuyor, açık programlar tabir ettiğimiz talk show, kadın programları gibi gece veya gündüz kuşağındaki programlara çıkmak bedava değil orada da güzel rakamlar ödeniyor. Dillere destan bir tanıtım kokteyli yapılıyor. Bu yetmez derseniz o dönemin ünlü bir mankenini kiralıyosunuz sevgiliniz oluyor senaryo gereği ve aniden kameralara yakalanıyorsunuz. "Ünlü manken falanca, şarkıcı sevgilisi ile yakalandı!" Veya başka bir haber yapılıyor siz orada rolünüze çalışıyorsunuz "şarkıcı adayı falanca albümü satmayınca köprüye çıktı son anda kurtarıldı" tabi bu da bir maliyet. Bu da mı olmadı? Peki! Orta yaşlı bir kadın kiralıyorsunuz siz bir canlı yayındayken bağlanıyor telefona, 'bu şarkıcı benim oğlum/kızım' diyor. Şimdilik gündemdesiniz. Bir kaç program daha yayına bağlanıyor magazinciler kadının peşinde. Manşetler atılıyor "falanca'nın annesi olduğunu iddia eden kadını bulduk!" Kadın programlara davet ediliyor ağlıyor sızlıyor küçükken oğlunun/kızının kaçırıldığını anlatıyor şurasından tanıdım diyor, bir süre daha gündemdesiniz. En sonunda artık 'yok o değilmiş ben oğlumu/kızımı buldum' diyor. Konu kapanıyor ama o sırada siz isim olduğunuz bile bir sürü ekstra iş alıyorsunuz rakamınız yükseldi. Hafif bir düşüş olsa da korkmayın paranız var yazılır yine bir senaryo bu şekilde sürer gider ve siz hedefinize ulaşmış olursunuz.
Sponsorunuz var, paranız var işte şöhreti satın aldınız. Ödediğiniz bedeller sizde kalsın!
Sevgiler





Devamını Oku »

Senin Tarzın Hangisi?

Senin Tarzın Hangisi?





Bir kavga bir kıyamet uzun zamandır tv ekranlarında. Kavga ile besleniyoruz vesselam.

Bir kaç haftadır takip ettiğim bir program "Bu Tarz Benim!" Artık herkes kıyısından köşesinden vakıf yani bu show programına. Ben fikrimi söylemezsem olmazdı değil mi?

Programın sunucusu başarılı isim Öykü Sertel. Onu BBG evini sunarken tanıdı bir çoğumuz ve sevildi açık söylemek gerekirse. Ben onu çok başarılı buluyorum mesela. Eline hazır metin tutuşturulan yapma bebek tabir ettiğim sunucular gibi değil, donanımlı biri. Konuşma metinlerini kendisinin hazırladığını da duymuştum. Sunduğu programlara da bakarsak idaresi zor hepsi. Kavganın dövüşün tam içinde. Bir yandan profesyonel sorular sorup yarışmacıları konuştururken diğer tarafta yatıştırmayı biliyor, yani kısaca işini iyi yapıyor. Bir çok madalyası olan bir yüzücü olduğunu da söyleyeyim bilmeyenler için. Evet bu yarışmada da işini hakkıyla yapıyor Öykü Sertel, hatta programın ekran önünde olan en başarılı ismi o bu yarışmada.
Bu Tarz Benim isimli bu yarışmanın jürisinde Nur Yerlitaş var. O yarışmacı kızları bir yerden yere vuruyor, bir yere göğe sığdıramıyor. İsimler takıyor donetella, prenses, kraliçe lady vs ardından sıfırcı öğretmen edasında başlıyor azara ve yarışmacıların yaşadığı şok! Asla yerinden kalkmıyor ayakta göremedim ben kendisini. Bir şey daha dikkatimi çekti; yarışmacının çantası maviyse onu yeşil görüp eleştiriyor doğruyu öğrenince "ışıklardan öyle gördüm" diyor, bu defalarca tekrarlandı. Diğer iki jüri üyesi aynı ışıkların altında değil mi? Bundan sonrası yorumsuz... Ayrıca tarz yarışmasının jürisi olan bu ünlü modacıyı  her seferinde aynı saçlarla görmekten ben sıkıldım, nokta.
Bir diğer jüri İvana Sert. O nasıl güzel, uyumlu ve dengeli bir kadın öyle. Yöneticiliğin tüm vasıflarını üzerinde taşıyor. Diğer jüri üyelerine inat daha ılımlı ama zaman zaman o da yarışmanın o garip atmosferinde çileden çıkıyor.
Ve Kemal Doğulu. Onun adını bir çok insan Hande Yener ile duydu. Öyle ya duyulmak için bir noktadan başlamak gerek. Makyöz, kuaför, modelist, şarkıcı, fotoğrafçı, sanat yönetmeni, klip yönetmeni şimdi de jüri üyesi. Bu yaptığı işlerde ne kadar başarılı onu bilemem çünkü saydığım mesleklerden sadece birini çok iyi biliyorum, o da Kemal Doğulu iyi bir solist değil. Jüri üyeliğine gelince; onun da fevri çıkışları rahatsız edici ama Nur Yerlitaş kadar itici görünmüyor gözüme bu anlamda.
Backstage Uğurkan Erez'i de atlamak istemem, kendisini samimi buluyorum ayrıca etik tavırlar sergiliyor bu da çok hoş.
Geldik evlere şenlik yarışmacılara. 100 bin lira ödül için yarışıyor bu genç kızlarımız. İlk günden bugüne sayısız kız yürüdü o podyumda ama ben son günlere elenmeden gelenlerden ve tabi aklımda kalacak kadar özellikleri olanlardan bahsetmek istiyorum.
Tuğçe; ben böyle bir kız hiç tanımadım. Sürekli ağlayan isyan halinde asla sağlıklı olduğunu düşünmediğim bir yarışmacı ve şansı yok bu yarışmada bana göre.
Özlem; 33 yaşında ama ergen gibi davranmaktan vazgeçmeyen bişeyleri hala aşamamış bir yarışmacı da o. Ve onun da hiç şansı yok. Sadece programın izlenmesine vesile olanlardan biri ve son günlere kadar kalıp sonra gidecektir.
Nur; güzeller güzeli bir kız. Duruşu olan tavrı belli, oturması kalkması çok iyi konuşması hitap edişleri birebir konuşmaları çok çok iyi. Üstelik diğer yarışmacılar ona karşı cephe almış sürekli üzerine gelirken... Ancak o da bu kadar pozitif özelliğini kostüm konusunda kullanamıyor onun da şansı yok bana göre.
Ayşenur; estetikli olduğu söylenen henüz 19 yaşında bir kız. Kavgaya meyilli, nerde nasıl davranacağını bilmeyen ve tabi ki tarzı olmayan biri. Dolayısı ile o da elenecek.
Gizem; çok güzel bir yüze sahip tek özelliği bu. Hep tartışmaların içinde, hep tartışmaların içinde... Onun da birinci olma şansı yok bana göre.
Aycan-Nurcan; bunlar ikiz ve eğer gerçekten bu bir tarz yarışması ise birinci olmalılar
Ayşegül; Başından beri bu yarışmada olmaması gereken biri. Bir tarz yarışması bu.
Bu program sonlandığında birinci olan yarışmacı hariç hepsi tedavi görecektir. Hatta jüri üyeleri bile. Bir beden bir ruh ancak bu kadar yıpratılabilinir.
Bunlar aklımda kalan yarışmacılar. Hiç izlemeyen varsa bir defa da olsa izlemelerini öneriyorum. Neden mi? Oradaki kızlar yarının kadınları. Siyaset dünyasında iş dünyasında olacaklar, dahası anne olacaklar. Toplulukta yaşamayı öğrenememiş kendini ve hakkını çirkin sözlerle savunan gençler bunlar.
Keşke böyle olmasa, keşke bir arada daha uyumlu olmayı öğrenebilsek, keşke bir çoban kavalına ihtiyaç olmasa yönlenmemiz için, keşke bu programı yazarken ne kadar güzel olduğunu anlatabilsem.
Kavga ile beslenen insanlarız demiştim ya, hayır bizim oksijenimiz şiddet.
Sevgiler

Devamını Oku »

Kim Garip Kim Değil?







Oldukça garip bir soru ve başlık öyle değil mi? Evet öyle, çünkü biz çok garip bir milletiz.

Yıl 2009. Bir gece çöp toplayıcı bir vatandaşımız çöp konteynerinde bir ceset buluyor. Başı gövdesinden ayrılmış bıçakla delik deşik edilmiş henüz 17 yaşında bir genç kız cesedi. Gitar kutusuna sıkıştırılmış biten bir hayat. Üzerinde kimliğini gösteren bir belge yok, cep telefonu yok. Yakınlardaki farklı bir konteynera atılmış dershane kimliğinden teşhis ediliyor adı Münevver Karabulut.
Soruşturma başlıyor hemen, kim kıydı bu cana bu kadar hunharca? Polis onun da kim olduğunu buluyor soruşturma sonunda Cem Garipoğlu! Ama kendisine ulaşmak mümkün değil. Çok ünlü olan amcası, annesi babası sorguya alınıyor ama nafile Cem Bey'i gören yok!
Efendim uzatmayalım hakkında kırmızı bülten çıkartılıyor 186 ülkede aranıyor küçük bey. 197.gün avukatı tarafından teslim ediliyor adalete.
Gelelim farklı detaylara. Adli tıpta yaşanan sperm skandalını biliyorsunuz değil mi? Böyle bir skandal olamaz. Peki ölen kızın babası Süreyya Karabulut'un Hayyam Garipoğlu'ndan  3 milyon euro istediğini? Ve sonrasında bu duyulduğunda "ben o parayla MS hastaları için hastane açacaktım" dediğini? Bu acılı baba(!) Garipoğlu Holding önünde kırmızıya boyanmış bir testere ile eylem yaptı. Gerçi ben ona eylem değil show diyorum (inanılır gibi değil).
Bu olay gündemde olduğu sırada Celalettin Cerrah bir açıklama yaptı "kızlarına sahip çıksalardı" dedi korkunç bir tepki aldı. Haksız değildi. 17 yaşında bir kız çocuğu iki sevgili sahibi olacak (Teğmen vardı bir de) saatlerce, gece boyu evden uzak kalacak ama aile çocuğun cesedi bulunduğunda durumu farkedecek. Korkunç bir hikaye bu.
Cem'in ailesinin olayların bu noktaya gelmesindeki katkısı azımsanamaz tabi. En az Münevver'in ailesi kadar suçlular. Belki o çocuk küçük yaşlarından beri ülke ülke gezip ailesinden uzak yaşamasaydı, aile sıcaklığı ve samimiyetinin ne olduğunu bilseydi bu boşluğa düşüp hem bir genç kızın hem de kendi hayatının celladı olmayacaktı.
Son duruma gelelim. 10 Ekim 2014 tarihinde Silivri Kapalı Cezaevinde Cem Garipoğlu'nun kendini  astığı açıklanıyor ve defnediliyor. sonra söylentiler başlıyor. Hayır kendini asmadı hapishanede öldürüldü. Veya ölmedi yurtdışına kaçırıldı diye sosyal medya yıkılıyor. Ülkemizin içinde bulunduğu her türlü durumu unuttuk, şimdi tek derdimiz bu çocuk intihar mı etti, yoksa birileri tarafından ölüme mi sürüklendi veya bunu yurtdışına mı kaçırdılar? En az 10 gün daha konuşulur bu. Daha sonra zavallı kızın babası bir show daha yapmazsa unutulur gider.
Basının bu gibi olaylarda asla etik davranmadığını da eklemek zorundayım. Bu olayın haberini "kesik baş cinayeti" diye verdiler mesela. Bu ne kadar vicdanlı bir davranış. Süreyya Karabulut'un yaptığı herşeyi yayınladılar onu amacına ulaştırdılar. Biri çıkıp diyemedi ki "kızının cesedi üzerinden ne kazanma peşindesin biz alet olmayız bu duruma" diye.
Fakir kız ile zengin erkeğin aşkı ebeveyn hataları yüzünden küçücük yaşlarında bu acılarla bitiyor.
İşte tüm bu sebeplerden dolayı yazıma bu başlığı uygun gördüm.
Evet dip toplamda biz garip(!) bir milletiz.
Sevgiler










Devamını Oku »

Sosyal Medya Şövalyeleri

Sosyal Medya Şövalyeleri



Merhaba
Şövalyenin anlamını hepimiz biliriz ve çoğu zaman kullandığımız cümlenin başına, sonuna iliştirip değerlendiririz değil mi? 
Peki ne oldu da bu yazıma ben bu ismi uygun gördüm? Ülkemiz uzun zamandır zor günler yaşıyor, milletçe çok yıpranıyoruz. Zaman zaman içimizi facebook, twitter gibi sosyal ortamlarda duvarlara döküyoruz arkadaşlarımızla o yazı altında fikir alışverişi yapıyoruz. Veya bunun dışında anlık öfkemizi, sevincimizi yine aynı noktalara taşıyoruz. Bunu olması gerektiği gibi mi yapıyoruz? Asla!
Sempatizanı olduğumuz parti hakkında, onu görebilecek arkadaşlarımız olduğunu düşünmeden abuk yazılar yazıp paylaşıyoruz. O partiye ne kadar yakınız? Bu yazdıklarımız kime ne fayda sağlayacak? Onca insanla aramızın bozulduğuna değecek mi? Hiç düşünmeden yazıp çiziyoruz. Biz oraya yazınca, hakaret küfür edince tüm devlet problemleri çözülüyor herkes refah içinde yaşamaya başlıyor. Şövalye efendisi adına savaştı, onu korudu görev tamam uyuyabilir rahat rahat. 
Bir örnekte yaşanan afetler, milletçe yaşadığımız yaslarla ilgili. Mesela Soma faciasındaki ilk bir iki gün çok farkında değildi sanki insanlar, sonradan coştu bir çoğu. Profiller karartıldı, asla unutmayacağız sloganları herkesin duvarında. Çizmeleri ile sedyeye çıkmak istemeyen işçimizin bu haberi binlerce profilde paylaşıldı. Eğer arkadaş listesinde birisi şarkı türkü paylaştıysa, ona 'duyarsız, sen insan mısın?' şeklinde hakaretler bile eden oldu.O zaman da bir yazımda yazmıştım "kaç gün kararacak profiller" diye.Üç gün milli yas ilan edildi ve o üç günü nasıl beklediler bilmiyorum, yine profillerde en afilli makyajlı janti fotoğraflar çiçekler böcekler oluştu. Paylaşımlar birden değişti. Atarlı, giderli özlü sözler şarkılar türküler rengarenk profiller. Bu nasıl hızlı bir geçiş ben bilemedim. Birkaç gün ölen işçilerimiz için şövalyelik yaptılar orda da tamam görev. . 
İşte farklı bir örnek daha. Beyefendi veya hatun kişi sinirlenmiş birine, başlıyor yazmaya hedefi belirsiz yazısını "bana yanlış yapılmaz adamı şöyle yaparım böyle yaparım, mermiden hızlı mı koşuyorsun, ya ölürüm ya öldürürüm affetmem" gibi gibi. Profillerde tabancalı fotoğraflar herkes kabadayı, herkes Kurtlar Vadisi'nden fırlamış.Yahu kardeşim adama sorarlar bu sözler bu atarlar kime? Bu sözlerin muhatabı kim? Peki ya sen kimsin?! Bu şahısta egosunun şövalyesi, onun da görevi tamam. 
Cumhuriyeti facebook duvar yazıları ile kurtardık, dinimizi attığımız twittlerle savunduk. Hepimizin görevleri tamam. 
Her gün yenilenen gündemle farklı kişi ve olayların şövalyeliğini yapmaya devam edeceğiz, tüm samimiyetsizliğimizle. 

Sevgiler
Devamını Oku »

Sizlerle Magazin Takip Edilir!


Sizlerle magazin takip edilir dedim...

1999 yılından beri müzik sektörünün içindeyim. Dolayısı ile magazin çok uzağımda olmadı ama ben hep uzak durmaya çalıştım bazı garip magazinciler yüzünden.
Bundan bir kaç sene önce bir magazinci tanıdım Funda Erkoç. Olayın başında sadece yazılarını takip ediyordum tuhaf geliyordu yazdıkları. Neden mi? Hep doğruyu yazıyordu eleştirmekten çekinmiyordu, güzel bir üslup kullanarak muhatabını dağıtıyordu. Dikkatimi çeken bir konu da, kendisine zamanında işi öğretme anlamında destek olanların ismini her fırsatta söylüyordu. Şimdi bunların aslında normal olduğunu söyleyeceksiniz veya düşüneceksiniz ama öyle değil işte:) Magazin dünyası ve çalışanları bambaşka insanlar asla dik ve direkt konuşmazlar. Olur ya bugün laf söylediklerine yarın işleri düşebilir, esnektirler. Tabiri caizse sağı solu ayrı oynar bir çoğunun. O günlerde gündemde kim, hangi ünlü varsa onunla ilgili çok cici, süslü püslü yazılar hazırlanıp sosyal medyada paylaşılır. Kendilerine emek veren insanlara teşekkür etmek bir yana laflarını geçirmezler konuşmalarda. İşleri bitmiştir çünkü. Bir gariptir magazin dünyası. Ben çok düz biri olduğum için dedim ya hep uzak durmaya çalıştım.
Bir gün Funda Erkoç'un bir magazin sitesi açmaya karar verdiğini gördüm ve buna çok sevindim. Öyle ya işin başındaki insan bu kadar kuralına sahip çıkan biri ise kadrosunu da ona göre oluşturur.
Siteyi açarken "eğilmeyeceğiz, bükülmeyeceğiz, tertemiz bir magazin yapacağız dedi öyle de oldu. Olabildiğince bu sözlerine sadık kaldı kadrosu çok iyiydi ve söylemeden geçmeyeyim Funda Erkoç yılın en iyi internet gazetecisi ödülünü aldı.
Şimdi magazinmatik.com 1 yaşında ve ben bu ailede olduğum için çok mutluyum. İyi ki doğdun magazinmatik.com daha çok kişi öğrenecek magazinin temiz de yapılabileceğini. Çünkü sizlerle magazin takip edilir!
Sevgilerimle
Devamını Oku »

Bir Müslüm Gürses Geçti. Yüreğimizden...

Bir kez daha merhaba;
magazinmatik.com da bu hafta köşemde yazdığım yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Fotoğraflar için Müslüm Gürses Resmi Sayfası admini Bünyamin Özgür'e çok teşekkür ediyorum.


Sevgilerimle




Bir Müslüm Gürses Geçti. Yüreğimizden...


Bir önceki yazımda arabeskten bahsetmiştim. Ortalığı kasıp kavurduğu günleri, bir çok ismi yıldız yaptığı günleri anlatmıştım ve sonra yok olmaya yüz tuttuğu günleri.Sebepleri ile.


O günden beri düşünüyorum o yazıda isimleri yazdığım hayatları. Kimler, kimler kimler... Birini hayatı, yaşadıkları ve hayranları ile irdelemeliydim. Bana en yakın, birebir tanıdığım çalıştığım Müslüm Gürses en iyi seçimdi benim için.
Bir biyogrofi olarak düşünmeyin, o her yerde var; bu bir ustanın hayatını benim yorumlayışım nacizane.
Anne ve kardeş acısını çok genç yaşında yaşamış ve tanışmış acıyla. Bana göre yaşamının her noktasında muhatap olmak zorunda kaldığı bir duygu acı. Arada olan güzel şeyler sadace ona oksijen, nefes alması için olmuş, olduysa.
Bir çay bahçesinde başlayan müzik macerası yıl 1965. Soyadı değişir Gürses olur. Sonrasında ilk 45lik yıl 1968 (Adana basımı). Ardı ardına çıkmaya devam eder 45likler. Ve herşey yoluna girdi derken 1979 yılında yaşadığı korkunç trafik kazası. Kendi tabiri ile öbür uykuya geçmesi.




1981 Muhterem Nur ile tanışır bir turnede. Son nefese kadar sürecek birliktelik başlar. Bu noktada bilmeyenler için hatırlatma gereği duyuyorum. O dönem hayran kitleleri güçlü olan Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur ve İbrahim Tatlıses dahil tek resmi nikahı olan çift Muhterem Nur ve Müslüm Gürses idi (1985).
1986'da çıkan Küskünüm isimli kaseti 4.350.000 adet satıyor. Daha fazla satan bir albüm var mı? Varsa da ben bilmiyorum.


Ona "baba" lakabı uygun görüldü hayran kitlesi çok büyüdü ve hayranlarının jiletlerle kendilerini kesmesi alışılan bir durum oldu. Peki neden diğer ünlülerin hayranları değil de, Müslüm Gürses hayranları bunu yapıyordu? Adana da organize ettiğim bir konserde, ben sahnede ustayı anons ederken onu bekleyen hayranlarının tam karşımda kollarını kestiğini ve kesilen yerlere gazete kağıdı kapadığını gözlerimle gördüğümde bunun üzerine gitmem gerektiğini düşündüm.
Şöyle bir baktığımızda bu eylemin geçmişte daha fazla olduğunu görüyoruz. Müslüm Gürses'in şöhret olmaya başladığı yıllara dönelim tekrar. Ekonomik şartlar sebebi ile köyden şehire göçün, çalışmaya yurt dışına gidişlerin bol olduğu dönemler. Ülkede ya zengin var ya fakir, ortası yok. Margarin, tüp almak için insanların kuyruğa girdiği o berbat dönemler. Aile içinde ekonomik şartlar sosyal iletişimi engelliyor.Herkes mutsuz, herkes ekonomiye kilitli, herkes hayata tutunma peşinde. Zengin fakir ayırımından veya yine ekonomik sorunlardan sevdiğine kavuşamamış gençler. İşin özü mutsuz bir çoğunluk! Bir adam çıkıyor ve isyan dolu eserler söylüyor. Kendisi de acı dolu bir hayat yaşadığı için dinleyicisine bu duyguyu geçirebiliyor. İsyankar, Esrarlı Gözler, Hayatımı Sen Mahvettin, Yıkıla Yıkıla Yaşayan Benim diyor ve zaten mutsuzlukta dibe vurmuş insanlar, darmadağın ruh hallerinden sebep Müslüm Gürses şarkılarına kendilerine zarar vererek eşlik ediyorlar, o dönem için bu onların isyan şekli.Halkın onu çok fazla sevmesinin bir nedeni de nedir biliyor musunuz? Ona her yerde rastlamak, fotoğraf çektirmek muhabbet etmek mümkündü. Asla kendini ulaşılmaz bir yere koymamıştı. Sıradan bir çorbacıda çorbasını içerken onu görmek yanına gitmek imkansız değildi. Halktan hiç soyutlamadı kendini.
Yıllar geçtikçe aynı tepkiyi verenler azalıyor. 1980 lerde jilet ellerinde Müslüm Gürses konserine gelenler şimdilerde evli çoluk çocuk sahibi. Kollarında jilet, yüreklerinde Müslüm Gürses'in izi var.
Zaman ilerliyor ve daha önce bahsettiğim arabeskte düşüş başlıyor (bknz:bir önceki yazım). Arabesk albümler eskisi gibi satmadığından yapımcılar tarafından tercih edilmiyor. Gazinolar kapanıyor, konserlerde arabesk tercih edilmiyor ve Müslüm Gürses'e tarz değişikliği teklif ediliyor. İsteyerek mi yoksa kazanç için mi hala bilmiyorum, usta bu teklifleri kabul ediyor pop ve rock eserler seslendiriyor. O dönem konuştuğum hayranlarının hepsi buna tepkili, damar tabir ettikleri müziği bekliyorlar ama olmuyor yıllar boyu. Sahne programları ve konserlerinde yine arabesk okuyor Müslüm Gürses ama televizyon ve albümlerde daha esnek eserler okumaya devam ediyor. Evet, entel bir kitle oluşturuyor kendine. Zamanında Müslüm Gürses dinlediğini söylemeye çekinenler arabalarında Müslüm Gürses cd leri ile yolculuk yapmaya başlıyor. Gel gelelim gerçek kitlesini gücendiriyor. Takip ettiğimizde görüyoruz bahse konu kitle yine, Sadece, Senin Hasretin Varken, Sende Kalmış gibi eserleri tekrar tekrar dinlemekten bıkmıyor.

Yıl 2012 usta rahatsızlanıyor, önce sigarayı bırakıyor. Doktorlar ameliyat diyor, o esnada Müslüm Gürses le iki albüm birden çalışıyoruz. Albümün birini tamamlıyor cd kopyayı alıp evine gidiyor, dinliyor. Bir iki şarkının yeniden okunması lazım diyor telefon açıyor ve tüm ekibi stüdyoda topluyor. Yönetmenimiz Kemal Arapoğlu, yapımcımız Yusuf Ziya Oran ve diğer ekip arkadaşlarımız. Huzursuz olduğu bölümleri söylüyor tekrar okuyor. Ertesi sabah ameliyatı var. Stüdyo kapısında arabayı beklerken Mecidiköy de bulunan büyük iş merkezlerine bakıp "bunları buraya neden diktiler, ne gerek vardı" diyor dalgın bakışlarla ve sonra Ziya Bey'e dönüp "ben ölürsem bu albümün adını Veda koyun" diyor. Sabah gülerek giriyor ameliyata olabildiğince pozitif. Ve ameliyattan sonra yaklaşık 4 ay yoğun bakımda yatıyor. 03 Mart 2013 sabah 09.30 da biz onu kaybediyoruz.
Dedim ya! Bir Müslüm Gürses geçti taa yüreğimizden...
Devamını Oku »